Herkesin İnsan Onuruna Uygun Yaşayabildiği Bir Dünya, Emeğin Karşılığı Verildiğinde Mümkündür
Kriz zamanlarında devletlerin insan haklarıyla ilgili pozitif yükümlülüklerini kime karşı ve ne kadar yerine getirdiği büyük bir sınavdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesi ve tarafı olduğumuz BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 12. maddesiyle, herkese sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı sağlamak ile hastalıkları kontrol ve tedavi etmek konusunda devlete pozitif bir yükümlülük yüklenmektedir. TC Anayasası 56. maddesi uyarınca devlet çevre sağlığını korumak ödevini vatandaşlarla paylaşsa da, bu paylaşım eşitlik ilkesini ve devletin yaşatma sorumluluğunu göz ardı edecek şekilde uygulanamaz.
Bugün yaşadığımız küresel COVID-19 pandemisi, ülkemizde en çok emek yoğun sektörde çalışan işçileri ve resmi görevlileri risk altında bırakmaktadır. Pandemiye rağmen çalışmak zorunda kalan işçiler ve resmi görevliler eşit derecede riske maruz kalmaktadır fakat her iki grup arasında bariz bir fark vardır; resmi görevliler koruma ekipmanlarına daha rahat ulaşabilirken, işçiler aynı durumda değildir. Ayrıca, dönüşümlü çalışma gibi imkanlar resmi görevlileri korurken, işçinin her an işten çıkartılma ya da ücretsiz izne çıkarılma korkusunu hissederek kesintisiz olarak işine devam etmesi gerekmektedir.
Küçük ölçekli işyerleri çalışma hakkını korumak ile yaşam hakkını korumak arasında bir denge tutturmaya çalışsalar da, esnek çalışmanın hakim olduğu, güvencesiz iş kollarının bir çoğunda işçiler ya işten çıkarma yasağından önceki süreçte işten çıkarılmış olmakla ya da salgından dolayı ciddi ölçüde riskli hale gelen iş kollarında çalışmakla baş etmeye çalışmaktadır. Evden çalışmanın mümkün olmadığı bu iş kolları ekonomik sınıflar arasında yaşam ve sağlık hakkı bağlamında ciddi bir eşitsizlik ve mağduriyete sebep olmaktadır.
Otomotiv, metal eşya, elektrik-elektronik ve demir-çelik, kargo, sağlık, inşaat, enerji sektörü gibi sektörlerin işçileri ise krizin yönetiminde adil davranılmayan insanlardır. İşlerin zorunlu olup olmadığı iş bazında değil, sektör bazında belirlenmiş durumdadır. Türkiye’de birçok işletme, sokağa çıkma yasağı ilan edilen günlerde ilgili kaymakamlık ya da valilikten izin alarak fabrikalarda üretim yapmaya devam etmektedir. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı İş Kanunu’nda “zorunlu nedenlerle işin durması” durumunda söz konusu durum “bittikten” sonra 2 ay içinde işverenin yasal süreleri aşmayan telafi çalışması yaptırma hakkını sokağa çıkma yasağı sürelerine mahsuben kullanabileceği yorumunu yaparak, sürecin bütün riski devam ederken, bu riski işçiler aleyhine dağıtmış bulunmaktadır.
İşletmeler için ekonomik paket açıklanmış olsa da işçilere özel bir maddi destek paketi henüz yoktur. Sosyal ve ekonomik destek paketi herkes için olan bir düzenlemedir ve netice olarak sınırlıdır. Şimdiye kadar 2 milyon 111 bin haneye yardım yapıldığı belirtilmektedir. Halbuki, Türkiye’de işçi sayısı, 26 milyon civarında olup, bu işçilerin yüzde 70’i büyük ölçekli işletmelerde çalışmaktadır. İşçilere dönük daha kapsamlı bir ekonomik destek paketi gerekmektedir.
Hem zorunlu iş tanımının içinde bulunan ve gerçekte hayati malların üretiminde veya dağıtımında yer alan işçiler hem de diğer işçiler, her gün açlıktan ölmekle hastalıktan ölmek arasında savrulmaktadır. 1 Mayıs vesilesiyle yetkilileri, destekten yoksun bırakılan tüm işçilerin yaşam, sağlık ve güvenceli çalışma haklarını teslim etmeye, devlet destekli ücretli izin gibi kararlar almaya ve eşitsizlikleri giderebilmek için tüm işçilerin sesine kulak vermeye davet ediyoruz!
1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramını kutluyoruz. Herkesin insan onuruna uygun yaşayabildiği bir dünya, emeğin karşılığı adil olarak verildiğinde mümkün olacaktır.
Hak İnisiyatifi Derneği