MİLLİ DAYANIŞMA, KARDEŞLİK ve DEMOKRASİ KOMİSYONU’NA SUNULAN METİN
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun 08.10.2025 tarihli oturumunda Hak İnisiyatifi Derneği olarak yaptığımız sunumun tam hali aşağıdadır:
Silav û rêzên me! Em jî hêvîdar in ku her bijî aşîtî!
(Selam ve saygılarımızla! Biz de umut ediyoruz ki yaşasın barış!)
Sayın Başkan, değerli hazirun,
Hak İnisiyatifi Derneği’ni temsilen sizleri sevgiyle selamlar,saygılarımı iletirim; bu çağrıya kulak verdiğiniz, bu tarihi komisyon sürecini Meclis çatısı altında toplumsal katılımla yürütmeye niyet ettiğiniz için teşekkür ediyoruz.
Bu ülkenin en yakıcı ve en çok can yakan meselesi olan Kürt meselesinin çözümü için birlikte gösterdiğiniz bu irade, gelecek nesillerin kardeşçe yaşayabileceği bir Türkiye için umut vericidir. Ancak bu umut, aynı zamanda derin bir acının içinden konuşmaktır. Çünkü on yıllardır bu topraklardaannelerin gözyaşı, mezarlıkların susmayan dili, yas tutamayan kalabalıklar var. “Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa… şimdi en güzel şiir barıştır” demektedir Yaşar Kemal. Umudumuz odur ki, artık bu şiirin yazılabileceği zamandayız.
Biz bu derneği, sadece başörtüsü yasağına karşı çıkan değil, Kürt meselesini de kendi dertlerinden bilen insanlarla kurduk. Roboski’de nöbet tuttuk, hendek yıkıntılarında hak ihlallerini raporladık, sonuncusu Diyarbakır’da olmak üzere üç kez Kürt Forumu topladık. Yalnızca silahların değil, kalıpların ve kalıplaşmış zihinlerin de değişimini gerektiren süreçte görüşlerimizi ifade ederken, öncelikle şu hususları belirtmek isteriz:
.• Komisyon çalışmalarında kendi dilinde konuşmak isteyen barış annesinin konuşturulmamasını, sürecin daha başında anadil onurunun görmezden gelindiğinin göstergesiolarak gördüğümüzü bildirmek isteriz.
• Türk-Kürt-Arap kardeşliği gibi sınırlı söylemler, diğer halkları dışlamakta, Çerkes, Alevi, Boşnak, Süryani, Ermeni gibi çok sayıda topluluğun kendini dışarda hissetmesine neden olmakta, bu kesimleri sürece yabancılaştırmaktadır. Bütün kesimlerin sürece dahil olacağı bir dil kullanımının, sürecin başarısı için hayati önemde olacağını hatırlatmak isteriz.
• Bu sürecin yalnızca silahlı çatışmanın bitmesine değil, toplumun bir arada yaşayabileceği onurlu ve eşit bir gelecek kurmaya yönelmesi gerekir. Bu itibarla haklarının ihlal edildiğini düşünen ve giderek büyüyen kesimlerin güvenini kazanacak tedbirlerin zaman geçirilmeden atılması gerekiyor.
• 2013 sürecinin çöküşüyle yerle bir olan Sur, Cizre, Şırnak ve yitirilen canlar hâlâ hafızadadır. Bu nedenle yeni sürece destek çok yüksek olmasına rağmen tereddütlerin yoğun olmasını dikkate alan, bu tereddütleri giderecek tutum içinde olunması gerektiğini ve toplum olarak aynı hatalara tahammülümüzün kalmadığını hatırlatmak isteriz.
• Son olarak, Türkiye’nin Suriye’deki gelişmelere karşı barışı teşvik edecek politikaların yanında olmasının süreci destekleyeceği, aksi durumda sürece zarar vereceği ve halklar arasında kalıcı güvensizlik yaratacağını hatırlatmak isteriz.
SİYASET: ÇÖZÜMÜN ADRESİDİR.
Türkiye Kürt meselesini ilk kez tartışmıyor; ancak son olmasını umut ediyoruz. Yaklaşık bir asırdır süregelen bu mesele, her dönem başka biçimlerde gündeme gelmiştir.Bugün bu meseleyi farklı kılan şey, dünyanın ve ülkenin yaşadığı baş döndürücü değişimlerin ortasında artık “inkâr edilemeyen bir gerçek” haline gelmiş olmasıdır.
Artık mesele Kürtlerin varlığı değil, birlikte nasıl yaşayacağımızdır. Güvenlik, ayrılıkçılık, terör gibi kavramlar bu gerçeği açıklamaya yetmiyor. Sorun; aidiyet, eşitlik, yurttaşlık, temsil ve adalet meselesidir.
Kürt meselesi, eğitimden kent yaşamına, yerel yönetimlerden dijital alana dek her yere sinmiş durumdadır. Bu toplumsallaşma, çözümün de yalnızca teknik değil; siyasal, kültürel ve vicdani düzeyde gerçekleşmesi gerektiğini göstermektedir.
Her başarısızlık, çözümün adresinin ne olmadığını gösterdi. Her bastırma girişimi, hafızayı büyüttü. Her inkâr, direnişi besledi. Ve artık açıkça söylemek gerekir: Çözümün tek adresi siyasettir.
Ama siyaseti çözüm adresi olarak göstermek, onun kolay olduğunu söylemek değildir. Aksine, siyaset; müzakere, karşılıklı tanıma ve rahatsız edici gerçeklerle yüzleşme cesareti ister.
Siyaset aynı zamanda eylem ve icraat gerektirir. Geçtiğimiz dönemde aşikâr bir konu vardır: inkâr direnişi beslemiş, baskı hafızayı büyütmüştür. Artık acı çekmek yerine konuşmak, talepte bulunmak ve harekete geçmek gerekir. Bu ise Kürt meselesini yeniden siyasal zemine oturtmak, onu inkârın değil müzakerenin konusu haline getirmek demektir.
Geçtiğimiz yıllar bize gösterdi ki Türkiye’nin gelecekteki istikrarı, farklılıkları inkar etmekte değil; onlarla birlikte yaşamayı öğrenmektedir. Asıl zorluk, bir Kürt meselesinin olup olmadığı değil; bir ‘ortak ulusal varlık’ olarak bu gerçekle yüzleşmeye cesaret edilip edilmeyeceğidir. Bu yüzden diyoruz ki: çözümün adresi siyaset olmaya devam ediyor. Ne diplomasi, ne güç, ne propaganda… sadece siyaset. Hem gerçekçilik hem de hayal gücü gerektiren, çoğu zaman sinir bozucu ama yegâne seçenek olan ‘birlikte yaşama sanatı’dır. Güvenlik politika yanılsamalarını bırakıp siyasetin ve demokrasinin cesaretini yeniden keşfetme zamanıdır.
Bu itibarla daha spesifik önerilerimiz şunlardır:
1. Bu ülkede ölüm, hücrede değil, kendi evinde şefkatle karşılanmalıdır.
Cezaevlerinde ölüme terk edilen hasta ve yaşlı mahpusların zaten meri hukuka göre faydalanmaları gereken infaz düzenlemelerinin bir an önce uygulanması gerekiyor. İnfaz düzenlemesindeki ayrımcılıklar nedeniyle uzun yıllar haklarına ulaşamayan hasta ve yaşlı tutuklulara yönelik ayrımcı uygulamanın kaldırılması, sürece güveni de arttıracaktır. Barış, önce cezaevi hücrelerinin kapısından başlamalıdır; bunun bir lütuf değil, geç kalmış bir borçolduğunu hatırlamalıyız.
2. Eşitlikçi bir İnfaz Yasası çıkarılmalı, uygulamadaki keyfilikler önlenmelidir.
Siyasi mahpuslara yönelik ayrımcılık, yalnızca bireye değil temsil ettiği kimliğe yöneliktir. Siyasi mahpuslara yönelik ayrımcı uygulamalar nedeniyle geçmişte Covid dönemindeşiddet kullanmış mahkumlar bile denetimli serbestlikten faydalanarak erken tahliye olurken, siyasi mahpuslar ve hatta hükmü kesinleşmemiş tutuklu olarak yargılananlar bu düzenlemeden faydalanamamıştı.
Yine ayrımcı uygulamalar nedeniyle umut hakkı çerçevesinde AİHM kararlarını uygulamakta sıkıntı çekmekteyiz. Kısaca siyasi mahpuslara ayrımcı uygulamaya sebep olan düzenlemeler kaldırılmalıdır.
Mevzuatta görünürde ayrımcılık olmasa da Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulları eliyle keyfi şekilde ayrımcılık uygulanmaktadır. Bu durum Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırıdır. Bu ayrımcılığı ortadan kaldıracak adımlar atılmalı, infaz uygulamalarında idari kurulların inisiyatif kullanmasının önüne geçilmelidir.
Bir infaz düzenlemesi ile ayrımsız tüm siyasi suçluların özgürlüklerine kavuşmaları toplumun beklentisidir ve bunun sağlanması halinde barış sürecine olan inanç pekişecektir. Anayasamızın eşitlik ilkesine ve suçların ve cezaların şahsiliği gibi binlerce yıllık bir ilkeye aykırı olan ayrımcı öneriler, bir nevi komisyonunuza çizilen sınırlar dikkate alınmadan, ayrımsız bir infaz düzenlemesi sağlanmalı ve düzenlemede idari kurullara bir inisiyatif tanınmamalıdır.
3. Anayasa, halkların ortak sözleşmesidir; bütün farklılıkları kapsamalıdır.
Yeni anayasa yalnızca teknik değil, tarihsel bir yüzleşmedir. Çoğulculuğun tanındığı, saygı gösterildiği bir iklimde bunu yok sayan ve Türkiye’nin zengin çeşitliliğini de göz ardı eden/bastıran vatandaşlık tanımı yerine vatandaşların etnik kökenine referans vermeyen, kısaca anayasal vatandaşlık ilkesine dayanması gerektiğini belirtiriz. Ayrıca yerel yönetimlerin güçlendirilmesini sağlayacak ve yine anadilinde eğitimin güvenceye alınacağı anayasal değişikliklerin de gündemde olması gerektiğini vurgulamak isteriz.
4. Adalet mülkün temelidir, hukuk devleti ilkelerinin işler hale getirilmesi gerekir.
Son günlerde oldukça sık karşılaştığımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması hukuksuzluktur. Hemen aklımıza gelen Selahaddin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Osman Kavala gibi bireysel hak ihlalini ilgilendiren kararların uygulanmamasına ilave olarak on binleri ilgilendirdiği bizzat AİHM tarafından ifade edilen KHK’lı öğretmen Yüksel Yalçınkaya kararının uygulanmamasında gördüğümüz inatçı hukuksuzluklar barışa duyulan güveni zedelemektedir.
Ayrıca Birleşmiş Milletler insan hakları mekanizmalarının müebbet ceza alan harp okulu öğrencileri ve Akın Öztürk ile ilgili olarak verdikleri keyfi tutukluluk kararlarının da iç hukukta hiç dikkate alınmamış olmasının Türkiye’deki yargı mekanizmalarına yaygın güvensizliği beslediği uyarısını yapmak isteriz.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Mekanizmaları ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) kararlarına da konu olduğu şekilde OHAL KHK’ları ile ihraçlar, hukuka aykırıdır, OHAL dönemi ve devamındaki tutuklamalar keyfidir. OHAL KHK’ları ve halen devam eden OHAL uygulamaları ülkemizin beyin kanamasıdır. KHK’larla ve bir mahkeme kararına dayanmaksızın idari tasarruflarla görevlerinden çıkarılan vatandaşların mağduriyetleri giderilmelidir.
Bu itibarla hukuku tanımayan sistem, ne barışa tanıklık edebilir ne ona sahiplik yapabilir.
5. Barış, yalnızca silahların susması ile sağlanamaz, ifadeözgürlüğü üzerindeki baskıların da kalkması gerekir.
Konuşanı cezalandıran bir sistemde barış olmaz; yalnızca korku olur. Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve örgütlenme hakkı bu sürecin taşıyıcı sütunlarıdır. O sütunlar yıkılırsa, barış yerle bir olur.
Her ne kadar resmi olarak Türkiye’de Olağanüstü Hal kalkmış olsa da de facto olarak pek çok sınırlarla karşılaşıyoruz. Toplanma ve gösteri yapma izni pek çok şehirde OHAL dönemini andıran şekilde hemen yasaklanıyor, valinin 15 günlük yasaklama hakkını her 15 gün bitince uzatmasında olduğu gibi. Yine gösterilerde uygulanan polis şiddeti ve yaygın gözaltılar bu çerçevede uzak durulması gereken uygulamalardır.
6. Anadili üzerindeki yasak, şabloncu bir zihniyet meselesidir.
Dil, insanın yurdudur. Devlet bu yurda yıllarca sınır çizdi, bazen yasakladı, büyük travmalara yol açtı. Bazıları ortadan kalkmış bazıları ortadan kalkmak üzere olan dillerin anadili olarak bulunduğu coğrafyamızda anadili olarak sadece Türkçe’nin okutulup öğretileceği maddesi toplumun zenginliği ve çoğulculuğunu sınırladı. Artık o sınır Anayasa’nın 42. maddesinden silinmelidir. Devlet, vatandaşına onun anadilinde seslendiği gün; barış ilk kez doğru bir şekilde duyulur.
Bu hususta ilahi mesaj Rum Suresi 22. Ayette; “Yine göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için nice ibretler vardır.” Demektedir. Bu hususu vurgulamakta ve farklı dillerin Allah’a ait bir iz olarak belirtmektedir. Bu sebeple tüm farklı dillere ilahi bir ayet olarak hürmet edilmesi gerekir.
Tüm farklı kimliklerin devlet tarafından açıkça kabul edilmesi ve yasal korumaya alınması gerekir. Kürtçe hâlâ okulda yok, sanatı sokakta riskli, tiyatroda engelli. Bu halkın kültürü, bu ülkenin gerçeğidir. Eğitim sistemi farklılıkları bastırmak için değil, görünür kılmak için düzenlenmelidir.
7. Kalıcı barışın tesisi için TMK (Terörle Mücadele Kanunu) kaldırılmalıdır.
Terörle Mücadele Kanunu’nun terörü şiddet ile sınırlamamasısonucu son derece sıradan hususların terör ile yargılanmaya bahane olabildiği ve bu nedenle sayıları milyonları bulan davaların açılması nedeniyle öncelikle vatandaşların hak ihlaline uğradığı; yargı ve güvenlik bürokrasisinin bu konularda aşırı meşgul olması nedeniyle toplumu gerçekten tehdit eden gerçek suçlara zaman ayıramamasından dolayı,yaygın şiddete maruz kalan bir toplum gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Bu nedenle bir başka cinayete karışan zanlının onlarca başka suç kapsamında aranmakta olduğu çok sıradan haberlerden olmuştur.
Yine Ceza Kanununda bulunmayan “irtibat ve iltisak” gibi tabirlerin, “Bank Asya’da hesabı olmak”, “sohbete katılmak”, “çocuklarını bazı okullara göndermiş olmak”,.. gibi sıradan, olayların vuku bulduğu zaman suç oluşturmayan hususlar nedeniyle, yüzbinlerce insanın “terör” örgütü ile iltisaklıolduğu ileri sürülerek yargılanmalarına sebep olması, çeşitli ceza davalarına konu olması ve idari cezalar almasının da hukuksuzlukları doğurduğunu hatırlatmak isteriz.
Barışçıl taleplerin suç kapsamına alındığı bir ülkede barış değil, suskunluk olur. Bu itibarla TMK ya kaldırılmalı ya da gerekli değişiklikler yapılmalı ve adaleti önceleyen bir ceza hukukuna geçilmelidir.
8. Silah bırakmış kişilerin entegrasyonu için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
Silah bırakmış kişilerin topluma dönüşü, yalnızca teknik değil, ruhsal bir meseledir. Bu kişilere yönelik toplumsal rehabilitasyon programları STK’larla birlikte geliştirilmelidir. Barış, toplumsallaşmadan kurumsallaşamaz.
9. Seçilmişlere kayyım atanması seçme ve seçilme hakkının açık ihlalidir.
Halkın iradesine saygı duyulmadıkça hiçbir demokrasi söylemi inandırıcı olamaz. Olağanüstü Hal Döneminde çıkarılan bir düzenleme ile daha suçun oluştuğuna yönelik iddianame bile hazırlanmadan seçilmiş belediye başkanları görevden alınabiliyor yerine vali veya kaymakam gibi kamu görevlileri kayyım atanabiliyor. Bu itibarla OHAL düzenlemeleri ve uygulamalarına son vermek, kayyımların yerine, seçilmişleri görevlerine iade etmek gerekir.
10. Sürecin olumlu ilerlemesi için acilen yasal güvencelerin sağlanması gerekmektedir.
Geçmişteki barış süreçlerine katkı sunmuş kişi ve kurumların uğradığı yaptırımlar hâlâ hafızadadır. Aynı korkuyla süreci yürütemeyiz. Tüm aktörler yasal güvenceyle korunmalıdır.
11. Kalıcı bir barış için geçmişteki hatalarla yüzleşmek gerekir.
Şeyh Said, Seyit Rıza, Said-i Nursi gibi isimlerin mezarları bile yok. Bir halkın hafızasını tanımadan onunla barış yapılamaz. Bu isimlere iade-i itibar sağlanmalı, devlet kayıtlarına bakılarak mezar yerleri tespit edilmeli ve kamuoyu bilgisine sunulmalıdır.
12. Barış hakkı yalnızca bir siyasal tercih değil, doğuştan gelen bir insan hakkıdır.
Biz önce insan haklarını savunuyoruz ve insan haklarınıniçinde barış, temel bir sütundur. Bu süreçte atılacak her adımı izlemeye, desteklemeye ve gerektiğinde uyarmaya devam edeceğiz.
13. Suriye politikası bu süreçte hayati önem taşımaktadır.
Suriye’deki Kürtlere yönelik düşmanlık, içerideki süreci zehirlemektedir. Aynı halkı içeride tanıyıp dışarıda tehdit ilan etmek çifte standarttır. Barış tutarlılık ister.
Türkiye’nin Suriye’deki Kürtlere yönelik politikası yalnızca stratejik bir hata değil, barış sürecini doğrudan zehirleyen bir çelişkidir. Suriye’deki Kürtlerin özerklik taleplerine karşı çıkmak değil, bu talepleri anlamak ve saygı göstermek gerekir. İçte barış isteyen dışta savaş dilini bırakmalıdır.
14. Farklı kimlikleri tehlike olarak kabul eden resmi tarih anlayışı düzeltilmelidir.
Kürtlerin, Arapların, Çerkezlerin farklı kimliklerini tehlike olarak gören ve inkar eden eğitim politikalarından vazgeçilmelidir. Kürtleri şaki, eşkıya ve hain olarak gören resmi tarih anlayışı terk edilmelidir. Türkiye’deki eğitim maalesef devletin önemli bir ideolojik aygıtı hükmündedir. Farklı kültürlere ve dillere müsamaha gösteren bir eğitim anlayışımız yoktur. Kürtler başta olmak üzere, Anadolu’daki diğer halkların ve inanç topluluklarının kültür ve değerleri eğitim müfredatına dahil edilmelidir. Kürtlerin Mem u Zindestanı neden devlet tiyatrolarında Kürtçe sahnelenmesin? Kültür ve Turizm Bakanlığı neden Kürt sinemasını destekleyip, Kürtçe konserler düzenlemesin? Amedspor niçin ülkenin dört büyük takımı ile karşılıklı olarak dostluk ve kardeşlik maçları yapmasın?
Saygıdeğer üyeler,
Anadolu’yu barış ve esenlik yurdu yapmak, her türlü farklı kimliğin kendini özgürce ifade ettiği ve onur içinde yaşadığı bir vatana dönüştürmek hepimizin torunlarımıza borcudur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Çerkezlerin ve eşit yurttaşlık temelinde tüm vatandaşların “devleti” olmalıdır. Bu ise tüm farklılıkları zenginlik olarak kabul eden, şeffaf, denetlenebilir, demokratik bir hukuk devletini hep birlikte inşa etmemiz ile mümkün olacaktır
Teşekkür ederiz.
Hak İnisiyatifi Derneği