Hükümlü ve tutuklulara tek tip kıyafet dayatması ve sivillere yargısal bağışıklık iptal edilmelidir
24.12.2017 tarihinde Olağanüstü Hal kapsamında hazırlanan 695 ve 696 sayılı iki yeni kanun hükmünde kararname yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 695 sayılı KHK ile toplamda 2.766 kamu personeli kamu görevinden ihraç edilirken, 696 sayılı KHK ile ise 136 düzenleyici maddeyle hukuk düzeninde yürütme erki eliyle bazı değişiklikler yapılmıştır.
20.07.2017 tarihinde ilan edilen ve rutin olarak uzatılan olağanüstü hal Anayasa’nın konuya ilişkin 120. maddesine dayanılarak yaygın şiddet olaylarının dindirilmesi ve önlenmesi için ilan edilmiştir. Öte yandan, OHAL ilan edilmesine gerekçe gösterilen şiddet olayları uzun bir süre önce dindirilmiştir ve kısa vadede tekrarlanacağına ilişkin rutin dışı, açık ve yakın bir tehlike gözlemlenmemektedir. Fakat yaklaşık bir buçuk yıldır olağanüstü hal kapsamında yapılan düzenlemelerle telafisi imkansız hak ihlalleri ortaya çıkmış, iktidarın denetimine ilişkin mekanizmalar felç olmuş ve güçler ayrılığı rejimi ciddi ölçüde zaafa uğramıştır. Bu durum insan hakları ihlalleri için çok elverişli bir zemin teşkil etmektedir. Bu sebeplerden dolayı olağanüstü halin ivedilikle kaldırılması gerekmektedir.
İçinde bulunduğumuz dönemde olağanüstü hal kapsamında KHK’larla yapılan ihraçlar şiddet olaylarının dindirilmesi ya da engellenmesi amacına hizmet etmemektedir. Bu ihraçlar fiilen, ihraç edilen personellerin herhangi bir yargısal süreç işletilmeden, kendileri hakkındaki iddialar kendilerine aktarılmadan ve savunma yapmalarına imkan tanınmadan “cezalandırılmaları” mahiyetini taşımaktadır. Dolayısıyla bu ihraç yolu fiilen “yargısız infaz” mekanizması olarak varlık göstermektedir. Bunun yanında, ihraç edilen personellerin sivil bir ölüme mahkum edilmesi ihraçlarla yaşanan hak ihlallerini katlanılamaz boyutlara çıkarmaktadır.
Öte yandan 696 sayılı KHK kapsamında yapılan düzenlemeler yürütmenin yasama fonksiyonunu gaspı anlamına gelmektedir. OHAL yaygın şiddet olaylarıyla ilişkilidir ve OHAL kapsamında çıkarılan KHK’larla yapılan hukuki düzenlemeler de bu şiddet olaylarına odaklı olmak durumundadır. Oysa KHK’larla toplumsal hayatın her alanında çok çeşitli düzenlemeler yapılmaktadır. Kuşkusuz kanun niteliğindeki genel, soyut, objektif düzenlemeler yapmak görevi yasama erkinde, dolayısıyla da Türkiye Büyük Millet Meclisindedir. Mevcut durumda, milletvekillerinin yapılan düzenlemeleri medya kanalıyla öğrenmesi yasama ve yürütme fonksiyonlarının yürütmede toplandığını göstermektedir. Anayasa Mahkemesinin OHAL KHK’larının yargısal denetimden muaf olduğuna ilişkin önceki içtihadını nakzeden içtihadı yargı fonksiyonunu da belirli ölçüde işlevsizleştirmiş ve gücün temerküz etmesiyle fiilen bir güçler birliği rejiminin oluşmasına sebep olmuştur.
Bu durum, insan haklarının korunmasının zeminini büyük ölçüde ortadan kaldırmaktadır. İnsan hakları, yalnızca devlet tarafından ihlal edilebilen ve yalnızca devlete karşı ileri sürülebilen haklardır. Dolayısıyla, devleti toplum lehine sınırlandırmaya odaklanır ve gücün dağıtımıyla hayat bulabilir. İktidar birikmesi bu hakların ihlal edilme ihtimalini ve ihlallere karşı güvenceleri yok etmektedir. Bu sebeplerden dolayı OHAL düzeninin ve KHK’lar üzerinden yürütülen yönetim sürecinin terk edilmesi acil bir sorumluluktur.
Tutuklu ve hükümlülere tek tip kıyafet dayatması insan onuruna müdahaledir
Diğer yandan, mezkur 696 sayılı KHK ile insan hakları bakımından özellikle dikkat çekici iki düzenleme de hayata geçirilmiştir. Bunların ilki KHK’nın 103. maddesinde yer alan tutuklu ve hükümlülere tek tip kıyafet giymenin zorunlu kılınmasına ilişkin düzenlemedir. Bu düzenlemeyle tutuklu yargılanan kişilerin masumiyet karinesi açıkça ihlal edilmektedir. Oysa henüz haklarında kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmayan kişiler, tutuklu da olsalar, geri kalan herkes kadar masumdur. Tutuklu yargılama sebebi şüpheli ya da sanığın; kaçma, saklanma, delilleri karartma ya da tanıklara baskı uygulama gibi fiilere başvurma şüphesidir. Tutukluluk halinin ya da tutuklama sebebini teşkil eden bu şüphelerin bir gereği olmayan tek tip elbise zorunluluğu bir cezalandırma aracı olarak kullanılmakta ve insan onuruna müdahale mahiyeti taşımaktadır.
Öte yandan yalnızca tutuklu yargılanan kişiler için değil, cezasını çekmekte olan hükümlüler için de insan onuru ve kişiliğine yönelik saldırı niteliği taşıyan tek tip kıyafet uygulaması kabul edilemez. Bu kıyafet dayatması kişi özgürlüğünün kısıtlanması yoluyla infaz edilen cezanın sınırlarını aşmakta, diğer kişilik haklarının ve insan onurunun gerekçesiz ve orantısız şekilde kısıtlanmasına sebebiyet vermektedir. Zorunlu kıyafet uygulamasının yalnızca siyasi suçları içeren bazı özel suçları işlediği iddiasıyla tutuklu yargılanan ya da bu suçlardan hüküm giymiş kişilere uygulanması bu uygulamanın cezanın kendisi olarak tasarlandığını ve insan onuruna bir müdahale içerdiğini açıkça göstermektedir.
Bu düzenlemeyle tutuklu ve hükümlülerin kamusal görünümlerini kendi özgür iradeleriyle belirlemeleri imkanı ortadan kaldırılmaktadır. Toplumsal hayattaki yegane görüntülerinin devlet tarafından fiilen “suçlulara özel” tasarlanmış kıyafetler içerisinde gerçekleşmesi sağlanmaktadır. Tutuklu ve hükümlüler iradelerine aykırı biçimde tek tipleştirilmekte, aralarındaki farklar yok edilerek birbirleriyle eşitlenmekte ve bir mahkumiyet kisvesine bürünmeye zorlanmaktadır.
Söz konusu tek tip kıyafet uygulamasının tüm dünyada ABD’deki hukuk dışılığın ve düşman ceza hukuku uygulamalarının simgesi haline gelen Guantanamo Cezaevi çerçevesinde tanınıyor olması mevcut durumu daha da kabul edilemez kılmaktadır. Kamu gücünü kullananların ABD’nin söz konusu simgeselleşmiş uygulamalarından birini hayata geçirmesinin önemli sakıncalar barındırdığı izahtan varestedir.
Sivillere yargısal bağışıklık kazandıran düzenleme büyük tehlike arz etmektedir
Mezkur KHK’yla yapılan dikkat çekici bir diğer düzenleme KHK’nın 121. maddesinde yer alan ve “15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler”e yargısal bağışıklık kazandırılmasını sağlayan düzenlemedir. Her ne kadar hükümet yetkilileri bu düzenlemeyle 15 Temmuz’da meydana gelen darbe girişimi ve 16 Temmuz’a kadar süren olayların kastedildiğini ifade etse de düzenlemenin lafzı daha geniş ve tehlikeli yorumlara ziyadesiyle açıktır.
Düzenleme üzerinde lafzi yorumlama yapılarak söz konusu “ve terör eylemleri” ifadesinin nitelik bakımından, “bunların devamı niteliğindeki eylemler” ifadesinin ise zaman bakımından düzenlemeyi darbe girişiminden ayırdığının iddia edilebilmesi ve bu yolla düzenlemenin geleceğe yönelik de uygulanması söz konusu olabilecektir. Düzenleme geleceğe yönelik olarak uygulandığı takdirde sivil vatandaşların darbe girişimi ya da terör eylemlerini “bastırmak” gerekçesiyle karşıt görüşlü kişilere karşı işledikleri öldürme, yaralama ve mala zarar verme gibi çok çeşitli suçlardan dolayı cezalandırılmaması ihtimal dahilinde görünmektedir. Üstelik düzenlemenin bir OHAL KHK’sı marifetiyle yapılması, yargısal mercilerin düzenlemenin kabul edilmesine ilişkin tutanaklar ve düzenlemenin resmi gerekçeleri çerçevesinde amaçsal yorum yapma imkanını ciddi ölçüde kısıtlamaktadır.
Bu haliyle, söz konusu düzenlemenin yalnızca 15-16 Temmuz’da gerçekleştirilen darbe girişiminin bastırılmasıyla ilişkili eylemleri kapsadığı iddiası düzenlemenin metninde açık ve sarih bir şekilde kendisine yer bulmamaktadır. Dolayısıyla bu durum, düzenlemeyi yorumlayan yargı mercilerinin lafzi yorum yöntemini kullanarak düzenlemeyi geleceğe yönelik işletmesi ihtimalinin kapısını çok tehlikeli bir biçimde açık bırakmaktadır.
Bu sebeplerden dolayı kamuoyunda iç savaş düzenlemesi olduğu şüphesiyle yorumlar yapılan söz konusu düzenlemenin iptali vazgeçilmez bir gerekliliktir. Aksi takdirde devletin insan haklarını koruma yükümlülüğünün ve dolayısıyla insan haklarının ağır ihlallerle karşı karşıya kalması ciddi bir olasılıktır.
Tüm bu ifade edilenler çerçevesinde; yaygın şiddet olaylarının dindirilmesi ve önlenmesi amacıyla ilan edilmiş OHAL’in, söz konusu şiddet olaylarının uzun süre önce dindirilmiş olması ve bahsi geçen bağlamda yeni şiddet olaylarının gerçekleşme ihtimaline ilişkin rutin dışı, açık ve yakın bir tehlikenin gözlemlenmemesi nedeniyle kaldırılması gerekmektedir. KHK’lar yoluyla yapılan ve fiilen “yargısız infaz” niteliği taşıyan ihraçlar terk edilmeli, adil bir yargılanma sonucunda suçluluğu kesinleşmemiş kişiler görevlerine iade edilmelidir. İnsan onuruna ve masumiyet karinesine müdahale teşkil eden tek tip kıyafet dayatmasının ve terör eylemlerinin bastırılması kapsamında eylemlerde bulunan sivillere yargısal bağışıklık kazandırılmasına yönelik düzenlemenin iptali de aynı şekilde, ertelenemez bir sorumluluk teşkil etmektedir.
Hak İnisiyatifi olarak iktidarın dağıtılmasını sağlayan anayasal mekanizmaların yeniden devreye sokularak Türkiye’nin insan hakları seviyesinde yaşanan düşüşün giderilmesinin hayati önem arz ettiğini kuvvetle vurguluyoruz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.